YİNE; YENİDEN YALNIZLIK (hiçleşmenin anatomisi)
“umudumu nereye koyduğumu unuttum dedim. Unutmam diye söz vermiştim hâlbuki. Bugün buldum onu çok tozlanmıştı hiç hali kalmamıştı. Bana ışık vermekten çok uzaktı. Şunu bir aklayayım paklayayım dedim annemden kalma bir titizlik hastalık karışımı (his desem değil takıntı desem belki her neyse) davranış bozukluğuyla ...(diyeyim) eesi sonrası yok. Umudu yıkamamak gerekiyormuş bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Eski pis lanet de olsa. Eski dostlar eskimiş hayaller ve küf kokan umutlar. İyidir bunlar candır. Leyla ile Mecnun izlerken aklımızın köşesinde gezintiye çıkan sorular var ya onlar gibi. Buruk bir mutluluk gibi… Didaktik olmak istiyorum son satırlarda. Kıssadan hisse neymiş? Bir şeyi olduğu gibi bırakın her şeyi temizleyemezsiniz hele ki paslanmış umutları. Temizlemeye kalkarsanız hayalleriniz de çürümeye başlar inancınız da çamura batar efenim. Kötü bir şey de olsa umut; umuttur ...”
İçimdeki ıssızlığa çare olur diye döşenmiştim bu yazıyı. Hemen ona okumuştum. “sen nerede ne yaparsan yap; hep yaz, yazmayı hiç bırakma! Demişti. Nasıl da aydınlatmıştı sözleri içimin karanlık sessizliğini. Çıkabilirim sanmıştım o boşluktan. Gördüğüm ışığın yalnızlığımın yanılsaması olduğunu anlamalıydım oysa.
Bir sigara yakmıştı yazıyı yorumlarken: “yazılarında kimsesiz kalıyorsun. Kendi kendini yalnızlaştırıyorsun. Yaz, hep yaz ama elleri sigara kokan bu adamı da unutma!”
Haklıydı, samimiydi. Belki de yazarken onun varlığını unutmama tahammül edememişti. Ama bilmediği, görmediği bir şey vardı. Elleri değil kalbi sigara kokuyordu. Ciğerlerine çektiği dumanı damıtıp yüreğine sis etmişti. Göz gözü görmüyor, can tene ulaşmıyordu. Kendi yalnızlığında o kadar boğulmuştu ki benim onunla kalabalık olduğumu fark etmedi hiç. Benim de yalnız olabileceğim aklına gelmedi belki. Kendi acılarına o kadar gömülmüştü ki benim hayatım bile ona renkli geldi. O renk gözlerini kamaştırdıkça ruhunun siyahını bulaştırdı hayallerime.
Tamam! Kabul ediyorum! Bu ıssızlık hissi doğuştan geliyor biraz da. Dünyayı anlamaya çalışırken yorulmuş, ötekileşmiş insanlarız sonuçta. Çocukların şen kahkahaları bile kendinize getiremiyorsa sizi çoktan başka birinde kaybolmuşsunuz demektir.
Başka birinde kaybolmak! İçgüdüsel var olma savaşını es geçip başkası için yaşamak... Yalnızlığın kilit noktası işte burası! İster aşk deyin, ister sevgi ister bütün olma çabası...
Kendi halimizde yaşarken yalnızlığımıza çare ararız. Diğerinin kimsesizliğini kendi yokluğumuza ulayarak bir bütün oluşturma umudu. Onun kimsesizliğine uydurmaya çalıştığımız parçalarımızı eğip bükerek ruhumuzda derin yaralar açarız. Hâlbuki bilmeyiz. O parçalar uymaz birbirine; uymayacaktır da. Bu yüzdendir ki ağlayan insanları teselli edemem ben. O parçaların gözümün önünde ufalandığını, hiçleştiğini gördükçe kendi parçalarımı muhafaza etmeye çalışırım.
Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı işte. Onunla konuşurken etrafımı saran parlaklık, korumaya çalıştığım yalnızlığımı farklı yönlere sürükledi. Kalabalık oldum, mutlu oldum, hiç olmadığım kadar ben oldum.
“sen nerede ne yaparsan yap; hep yaz yazmayı hiç bırakma! Demişti ya. Şimdi onun bıraktığı boşluğu yazarak bile dolduramazken eski halime nasıl dönerim? Doğuştan getirdiğim kimsesizliğimi özlüyorum. Bir insanın bıraktığı boşluk; biriktirilen tekillikten alışılan yalnızlıktan daha kahrediciymiş anlıyorum. Şu an yaşadığım şey yalnızlık değil biliyorum.
Ah sevgilim! Yazmayayım dedim ama son satırlarımı her şeye rağmen yine sana yazıyorum. Artık yalnızlaşmıyorum yazarken; hiçleşiyorum...
23.01.2014 14.28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder