Bazı insanları kader, bazı insanları tesadüf, bazı insanları ise şanssızlık bir araya getirir. Bizi bir araya getiren şeyin ise hep kafiye olduğunu düşünmüşümdür. Burçin~ Gülçin~Seçkin… Nedeni ne olursa olsun bir araya gelmişiz ya sanki hep bir aradaymışız gibi oluyor. Bir şarkıda bir çayda bir kahvede hep birlikte yaşıyoruz.
Bir gün üçümüz oturmuş çene çalıyorduk her zamanki gibi. Yine bir şans furyası başlatmıştım. Radyodan şarkı tutma oyunu. Sıradaki şarkı benim olsun demiştim. Ona göre ruh halime yön verecektim. Kumara bakın hele. Zaten benim atalarım dedelerim hep severmiş kumarı. Ama hep şanssızlık bulaşırmış genlere. Neticede yine reklamlar çıktı şansıma. Seçkin: “reklamlardan sonraki benim olsssuunn muuuu?” dedi. Kasvetli bir şarkı çıkınca bu olmadı diye itiraz ettim ben. Burçin’in şansına oynak bir şeyler çıktı; gülüştük.
Dertsiz tasasız çay içiyorduk çok iyi hatırlıyorum. Burçin “ya Gülo kahve içseydik, fal bakardın.” Diye hayıflanıyordu. Seçkinde “inanmayın böyle şeylere “diye söyleniyordu. Sonra benim yaptığım uyduruk tatlıdan yedik. “çok güzel olmuş.” Yalanlarına başvuruldu haliyle. Sanki yüz yıl geçse yine orada kalacak iç sıkıntılarından dert sandığımız önemsiz konulardan bahsedecek hep öyle kalacaktık yaşlanmış çocuklar olarak. Ama kalamadık. Neyin eksikliğinden kaynaklanmıştı acaba? Ayrı yerlerde bambaşka hayallerle sorguladığımda bazı şeyleri tek bir cevap çıkıyor karşıma: ”Cesaret”. Ben o senaryoyu yazmaya cesaret edemedim, Seçkin o şarkıyı bestelemeye, Burçin o şehirden çıkmaya cesaret edemedi. Birleştirdiğimiz yalnızlıklarımız birbirimizden ayrılınca çoğaldı etrafımızı kaplayan bir kara dumana dönüştü.
Geçenlerde bir rüya gördüm. Çocukluğumun geçtiği yerdeyim. Güya işten çıkmışım Burçin’le eve gidiyoruz. Burçin’de bir telaş: ”hadi çabuk ol. Seçkin bekliyor evde. Yemek de yapmadık. Görüyor musun? Seçkin’e kaldı yemek işi. Diyor. “saçmalama” diyorum. Seçkin yemek yapamaz zaten. Evi yakmadan yetişelim ama ne olur ne olmaz.” Tam evin önüne geliyoruz. Yerde devrilmiş bir ağaç. Ağacın gövdesinden yeşil yeşil kocaman mantarlar çıkmış. Burçin: ”alalım mı biraz şundan sahibi yok herhalde.” diyor. “olmaz.” Diyorum. “lisede bir hocam vardı. Emek vermediğiniz şeyin sahibi olmaya tenezzül etmeyin derdi .” diye bir de nutuk çekiyorum. ( rüyamda bile sıkıcıyım arkadaş ya)
Neyse efenim eve geliyoruz. Seçkin yemek yapma teşebbüsünde bulunmuş. Tam rüya kâbusa dönecek derken Seçkin “size sürprizim var kızlar “deyip mutfağa sürüklüyor bizi. Sürpriz ise şaşırtıcı… Mutfaktaki tezgahın üstünde koca bir kap dolusu yeşil kocaman mantarlar. Burçin: ”kalbim temiz anacım benim “ deyip az önce çektiğim nutuğun intikamını alıyor.
Uyanıyorum hemen telefona sarılıyorum. Rüyamı anlatıyorum Burçin’le Seçkine. Burçin ”hayırdır inşallah. Çok güzel görmüşsün gülocan. Hepimiz adam olacaz desene. Diyor. Seçkinse: “ya sen gel ben hem mantarlı çorba, hem mantar sote, hem mantarlı makarna yapacam söz. Deyip güldürüyor beni.
Çok düzensiz saçma bir yazı oldu farkındayım. Nasıl bağlarım bilmiyorum ama. İşin özü şu ki rüyalar, gerçekler, hayaller hepsinin iç içe geçtiği dostluklar güzeldir.
Birisi size “Gülo sana bir tiyatro açarız, en alt kat kütüphane olur bir de benim için müzik evi. Burçin’e de kebap evi mi açsak napsak?”diye umut veriyorsa diğeri de “butik açalım bana ya…”diye o umudunuzu perçinliyorsa yaşanmışlıkların hep bir anlamı var. Tadı berbat olmasına rağmen yenilen tatlılar, dedikoduyla iyi giden çaylar, bakılan fallar bunlar hiç yok olmuyor. Anlıyorsunuz ki tuttuğunuz şarkı bir gün hayatınızın orta yerine isabet edecek ve siz umudunuzu hep taze tutan insanlarla bir gün mutlaka bir araya geleceksiniz.
Yine bir şans tutuyorum.
Ama bu sefer tek başıma…
Sıradaki yalnızlık kalabalık ama bencil insanlara, çoğulluk ve demli çaylar bir araya gelecek ışıltılı dostlara, umut ise hayal eden ve inanmaktan hiç vazgeçmeyenlere gelsin…
15.11.2013 14:41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder