19 Kasım 2016 Cumartesi


Sen bile hak etmiyorsun bu denli koyu bir yalnızlığı. Kendimi aklamak için söylemiyorum inan. Neşelendirmiyor artık beni çocuksu hüznün. Sevme, arama, sorma ama kendine de böyle zulmetme. Şiiri sevmen delil değil sadeliğine. Bir arkadaşın dediği gibi…
Seviyorum demekle olmaz, kendin bile anlamazsın çoğu zaman: şiir yazabiliyor musun sen onu söyle...

16.02.2014 19.15
KAYNANA GELİN SEDAYA GELİN

Evet, yanlış okumadınız yazımın konusu tam da bu. Bugün keşfettim bu komediyi. Ne zamandır yayında bilmiyorum. Amaçsızca kanaldan kanala atlarken denk geldim. Programın saçmalığı ve iticiliği değil üstelik konumuz. Seda Sayanın programda sarf ettiği sözler.
Aynen yazıyorum. "Kadınları ekran başında sıkmak istemiyorum. Zaten 15 tatilden yeni çıktılar. Hepsi yeni huzur buldu. Çocukları olan arkadaşlarımla görüştüm tatilde. Saçlarını başlarını yoluyorlardı. 15 gün katlanamadılar çocuklarına. O öğretmenlerin elini ayağını öpseler hakkını ödeyemezler."
Nasıl bir toplum haline geldiğimizin göstergesi bu sözler. Bu cümlelerin sarf edilmesi değil gerçek olması üzücü. Evet, hepsi gerçek…  Çok doğru ifadeler. Kendi çocuklarına katlanamayan insanlar hâkim artık dünyamıza. Doğurup büyüttükleri umut ettikleri çocuklarına… Annelik konusu çok hassas elbette… Ama ben bir anne olmadığım için böyle dramatize açıdan sermiyorum bu konuyu sizin önünüze.
Bir öğretmen olarak söylüyorum ki öğretmenlik başınızdan savdığınız çocuklarınızın üzerinde oynanan bir oyun değildir. Bir insanı eğitmek gerçek bir şefkat gerektirir. Hayatınızın her anında şaşırmaya hazır olmayı gerektirir. Öğretmek öğrenmekten gelir. Zihinsel engelli bir öğrencinin sizden daha zeki olduğunu fark edebilirsiniz örneğin. Otistik bir öğrenciniz adınızı aklında tuttu diye sevinirsiniz. Siz felsefeyi sevdiğiniz için felsefeye ilgi duyduğunu söyleyen bir öğrenci sizi çok gururlandırır.
İşin özü şu ki çocuklar sahte oyunlarla TV dizileriyle değil gerçeklikle büyür...

10.02.2014 23.50


16 Kasım 2016 Çarşamba

Ottan boktan şeyler düşünürken kendi içimde kayboldum yine. “kan kustum kızılcık şerbeti dedim “sözünü anlamaya çalıştım sebepsiz yere. Eskiler öyleydi. Âmâ ya biz? Biz kan yutuyoruz her gün. Kendi kanımızı hem de. Ruhumuzu acıtan sözler içimize nefretin tohumlarını ekiyor. Kırdığımız kalplerin parçaları vicdanımıza saplandıkça kendi kanımızda boğulup hiçliğimize savruluyoruz. Acımaktansa acıtmayı seçen bir nesil olarak gitgide yok oluyoruz.

10.02.2014 01:00
Neden bilmem bugün bir başka özledim seni. Sanki bana ihtiyacın varmış da ben yanına koşarken tökezleyip kalmışım gibi. Sen de beni özlemişsin gibi. Geçen yılların muhasebesi yapılmaz. Kimseye anlatılamayan duygular karşılıklı olsa keşke. O kadar yazdım çizdim ama biliyorum lanet olsun ki biliyorum; sen özlemedin... Olsun ben hep bencilliği aşkınla kutsadım benim hasretim bana yeter... Bu kadar...

07.02.2014  02:23

Kanımın aktığını duyar gibi oluyorum beton zemine 

Aklıma geldiğinde, kapı eşiğinde, uzaklarda bir yerde

Beynimin kıvrımları seni nasıl nerde ne zaman düşünse

Vazgeçmesini emrediyor kalbime

Bileklerimden akan kan değil: itaatsizlik 

Ömrüme sıkı sıkıya tutturduğun umutsuzluk belki de...

03.02.2014  00:31

Bölüm bölüm yaşadığımız hayatın tutkunu olma fikri ilk kimindi diye düşünüyorum son günlerde. Sadece sistem değil yaşadığımız hayat da bireysellikten çıkıp dayatmalara dönüyor gitgide. Sosyal medya, mahalle, arkadaşlar, aile hepsinin aklında kalbinde belleğinin en ufak bir köşesinde yer kapma telaşıyla ne kadar da bölünüyoruz.

Geçen gün bir sayfada gördüm. Adam hadislerden helalden haramdan dem vuruyor "atayizlere (!) ölüm" sloganları atıyor. Diğer yanda küçücük bir kız çocuğunun fotoğrafından ne kadar tahrik olduğundan bahsediyor. Bu bölünmüşlük içindeki bir insanı ne yargılarım ne aşağılarım sadece tiksinebiliyorum bu insanlardan. çocuk pornosunda, çocuk istismarında ( çocuk gelin değil!) birincilik bayrağını elimizden bırakmamamızın nedeni kendi lağımında kaybolmuş benliklerdir. Bu dünyada hala güzel bir şeyler yaşanıyorsa ya da yaşanma umudu varsa çocukların, o masum simalardaki temiz gülüşlerin eseridir.


İsterseniz dini bütün bir Müslüman olun, isterseniz ateist, ister deist ama önce insan olun be arkadaşım! Hayatın içinde ikiyüzlülüğünüzün eseri olan bölünmüşlüğünüzün pis parçalarını berrak kalan güzelliklere bulaştırmayın… Zira o güzellikler sizin kirinizi pasınızı arıtmaz. Biriktirdiğiniz bütün o irin; dünyayı daha boktan bir yer haline getirir sadece...

31.01.2014  00:20
Yalnızlık tanımlanamadığı için bu kadar şey... Valla ne ben de bilemedim şimdi ama bazen iyi bir şey bazen kötü bazen zehir bazen zıkkım...

28.01.2014  22:41



Aşkı özleyenler var aramızda.

İçimizdeki sonsuz sadistlikten kaynaklanıyor bence bu özlem. Niye özlüyoruz bilmiyoruz, niye acı çektiğimizi bilmediğimiz gibi. Âşık olmakla uçurumdan atlamak mavinin farklı tonları ve aşkı özleyen sadistler olarak o ton farkındaki heyecanı bulmak tek umudumuz...

Umut lazım aslında bir parça hani o unutulmayan mavi gibi de biraz da turuncu var içinde işte ondan.

28.01.2014   22:45


Hep de nakaratı takılır aklıma güzelim şarkının. Göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor olmasaydı sonumuz böyle. Beynim savaş alanında aptallaşmış bir asker edasıyla hücum ediyor şarkının nakaratına. napalım diyor biz mi istedik bu sonu. İçimdeki ses büyüyor beynimin inadına, sen istedin sadece sen! Kötü senaryolar yazdın berbat hayaller kurdun. Biber ektin bal bekledin. Hayal gücünle yoktan var ettiğin, olmasaydı dediğin sona bak şimdi.

Nakaratı geç...

28.01.2014  23:11

Ne bileyim içimde bir boşluk öylesine. Bir dostun sesi iyi geldi çaresizliğime. Ama bazen olmuyor işte. Bazı şeyler olmuyor iyi ya da kötü anlamda bir şey olsun istiyorsun. Öyle bir şey ki yönü ucu bucağı yok. Bir renk bir ses bir nefes…  Sesime yetişen düşünceler var çok şükür diyorsun. Ama bakıyorsun buharlaşıp uçuyor düşünceler, umut verenler ne biliyim işte. Sözleri toparlayabilsem belki okuyacaksın bu yazımı. Belki üstüne de alınacaksın ama nafile. Anlasana işte. Beraber kurulan hayallerin hatırına dönmüyor ki dünya. Ya da ben iki kelam ettim diye şair mi oluyorum yazar mı? Hiç biri. Kimse oluyorum sadece mutsuzluğumun dibinde. Sana bakıyorum mutluluğun tepesinde kristal bir dünya yaratmışsın kendine. Sen işte orada öyle parlıyorsun ya hep ondan. Dikkatim dağılıyor konsantre olamıyorum. Ne bu yazıyı bitirebiliyorum ne mutlu olabiliyorum.

27.01.2014  22:27


Bir fotoğraf... Onca zamandan sonra bu kadar boşlukta hissetmeme sebep olan şey sadece bir fotoğraf…  Her şeyi Tanrının bana “seni sevmiyorum” mesajı olarak algılamama sebep olan şey yine aynı fotoğraf. 


Bütün vücudum hala ne olduğunu anlayamadığım bir duyguyla sarsılıyor. Bu sarsıntı bütün hayatımı bir kara deliğin içine sürüklüyor. Oysa yeterince sevmediğin birinden yeteri kadar nefret edemezsin. Bu tezim beni her seferinde yanıltıyor. Kendimi pek sevmediğimi bilirsin. Öyle olmasına rağmen niye her defasında elimde nefret edilesi bir ben bırakıyorsun bana? Senden nefret etmem gerekmez mi?



Radyoda (evet; hala radyo dinleyen nadir insanlardan biriyim) Nilüfer’in Ta Uzak Yollardan şarkısı çalıyor. Ben içimdeki bütün kavgaya rağmen ellerimin titremesine aldırmadan bu yazıyı yazıyorum. Ta uzak yollardan gelebileceğin günlerin özleminin damarlarımda kanımdan çok aktığını hissediyorum. “O da böyle anlar yaşıyor mu?” diye sorduğumda kendimden aldığım cevaplar tam bir fiyasko. (Küfürle karışık nefret, aşk, hüsran –evet hepsi- sözleri...)


Bazı insanlar bazı şeyleri hiç anlayamaz. Sen bir elinde çaydanlık bir elinde kâğıt kalem evin bütün odalarını turladıktan sonra ne yapacağını bilmez halde yığıldın mı bir kenara? Biran için de olsa unuttun mu annenin adını? 


Kafam yine bulanıklaşıyor. Çok boktan bir yazı oldu farkındayım. Ama umurumda değil. Onca yaşanmışlığa rağmen seninle bir tek fotoğrafımızın bile olmaması ne acı. Belki bir fotoğraf yardım ederdi zihnimin berraklaşmasına. 


Bazı kelimeleri süsleyemezsin. Bazı duyguları anlatamazsın. O kadar basittir ki başka bir ifadeye gerek duymazsın. Şuan radyoda yeni başlayan şarkıda olduğu gibi; en samimi, en hakiki, şatafatlı cümlelerle süslenmeye ihtiyaç duymayan bir sesle Cem Adrian söylüyor: “Ben Seni Çok Sevdim...”

26.01.2014  18:47

15 Kasım 2016 Salı

Uzakta kalan bir çocukluktan bahsetmiyorum burada. Uzaklara kaçmış küsmüş çocukluğunuzu anlatıyorum size. ‘çocukluk etme, çocukça davranma' cümlelerini kullanmayı bırakın. Yoksa çocuk kalan yanınız sizi bırakıp uzaklarda mahzun bir çiçeğe dönüştüğünde içinizde kalan tek şey zalim bir yetişkin olacak. Emin olun o yetişkin size bile acımayacak. Hayatınızı hoyratça hırpalayacak...

23.01.2014  20:27

Umudun tozunda senin küllerin var Anka kuşuna inanmam bu yüzden. Yeni bir güne başka türlü bir hayata şiire ve iyi insanların varlığına. Bilirsin kötülükler kalmıyor aklımda. Özellikle de gece olunca güzel anılar sokulur hep koynuma...

22.01.2014 23:21






















KUYU

Baştan söyleyeyim her şey çok karışık. İşsiz güçsüz takımı adına konuşuyorum. "Aman yaaa yazarım; tabii onu da okurum işim ne sanki? “demekle olmuyor. Bir işsize göre fazla iş birikiyor. Az önce amaçsızca turladığım TV kanallarından birinde genç ve güzel kızımız üniversiteyi kazandığı için 'sevinçten çılgına dönüyordu'(hiç anlamadığım bir söz dizisi). Babaannem gibi söylendiğimi farkettim. "Okuyan napıyor ki annem? Biz kazandık, bitirdik noldu? Bok var sanki git de bir iş bul!" 

Kendine yabancılaşmanın son noktası işte bu! Nasıl olsa olmuyor diye randevu almaktan vazgeçip pazarlamacı gibi kapı kapı dolaşıp iş arayan bir insandan oturup belgesel izlemesini, diyalektiği çözümleyip yeni felsefeler üretmesini beklemeyin. Bak yine dağıttım konuyu. Bambaşka bir yazı olacaktı ergen günlüğüne döndü :)) Olsun nasıl olsa kimse okumayacak. (ahahahaha tam ergen günlüğü oldu işte şimdi )

"İnsan her şeyin ölçüsüdür. “demiş ya Protagoras. Hangi insan neyin ölçüsü acaba? Her insan aynı derecede mutlu olmuyor nitekim. Her insan aynı mı özler mesela? Her işsiz aynı bunalım eşiğinde mi yoksa farklı farklı depresyon salonlarında mı anlamsızlaştırır hayatını?

Sadece yazınca kendini sevebilen biri olarak bu yazımın sebebini çoktan anlamış olmanız gerekir. Kendimi sevmeye ihtiyacım var. Saçma sapan düşüncelere ve hayallere sahip olsam da özlediklerim beni buna zorluyor. Daldan dala atlayan düşüncelerimi takip etmek zorlaştığında dengesizleştiğimi değil derinleştiğimi düşünürdüm önceleri. Şimdi o derinlik hayatı görmemi engelleyen bir kuyuya hapsetti beni. Hani bir zamanlar yalnız da değildim bu kuyunun karanlığında. Keyfime göre yaşardım kendi ülkem kendi evrenim gibi. Karanlıklar Tanrısı. Daha doğrusu Tanrıları…

Kuyunun içinde iki kişi olduğumuz günleri özlüyorum bazen. O kuyudan seni ben mi çıkardım yoksa kuyunun karanlığından sen mi kaçtın hala kestiremiyorum. İkimiz de maviyi severiz ama bilirsin ben siyahı daha çok severim. Sen biraz Turgut Uyar'cısın ben daha çok Edip Cansever'ci. Sağcıyla solcu gibi değil. Aynı tarikatın farklı kolları gibi…Ne diyordum, hıı evet kuyu.

Kuyudan birlikte çıkmayı hayal etmiştik. Ben kaldım sen gittin. Ama biliyor musun senin şuan yaşadığın mavilik sahte, benim karanlığım ise öldürecek kadar sahici. Nerden mi biliyorum? Kuyunun başından içeriye gölgen düşüyor. Ötede, hemen biraz ilerde gülüp eğleniyorsun. Kuyunun başına gelince yüzün düşüyor; omuzların aşağı çekiyor seni. Çocuk gibi oluyorsun, biraz mahzun hatta. İşte o zaman diyorum ki o da benim kadar özlüyor mu Tanrı olduğu günleri? 

Düşüncelere dalarken annem 'çayı demledin mi canım?' diyor. Kendime geliyorum. TV de Nejat İşler haberleri... Yine savrulan düşüncelerim bakışlarımı anneme çeviriyor. Anne diyorum iyi adamlar ölmesin... Ne alakası var der gibi bakıyor annem. 

Tabii ki annem Tanrıyı özlemenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor...

20.01.2014  14:27
Umutlu olmak mı; mutlu olmak mı, diye düşündüm bir zamanlar. Tek bir harfin yarattığı uçurumda; kelimelerin dolduramayacağı bir boşluk…”neden mutlu olmak değil? Diye sordu mutluluktan patlamak üzere olan biri. Cevabı verirken düşüncelerim kilometrelerce uzağa savruldu adeta.
Umut etmek bizim için mutlu olmaktan çok öte bir şey. Olmadık yerde olmadık zamanda olmadık şerre umut ederiz biz. Çünkü biz inanmışız bir kere o koyunun o çiçeği yemediğine. Mutlu olmaksa tüm metafiziğin ortasına bomba gibi düşen bir gerçeklik… Peki ya gerçekliğin ötesi? Kimse ilgilenmeyecek mi onunla? Biz ilgilendik işte. Fark ettik ki bizim mutluluğumuz umudumuz. Umut edersek mutlu oluruz.
Gözleri ışıl ışıl parlayan “bakın bana bakın nasıl mutluyum” diyen insanlara itibar etmedik hiçbir zaman. Tutunamayanlara, kendi hayatıyla ölümüne tehlikeli oyunlar oynayanlara yöneldi hep bakışlarımız. Mutlu olduğu sürece kendinden başka hiçbir yöne bakmayan insanlar olmadık asla. Farklı olana “öteki ”ne çevrildi hep başımız. Ötekileştirilmiş insanlar konuk oldu yalnızlığımıza. Vahşetin, dehşetin, karanlığın içinde umudumuz ötekileştirdi bizi. Türk filmleriyle büyümenin yan etkileri hep bunlar…
Merak ettik hep. “ya şöyle olsaydı; peki ya böyle? Diyerek yaşadık. Farkında olmadan “ötekinin felsefesini ”yaptık.
Yazının sonunu nasıl getiririm diye düşündüm başlamadan önce. Yaşadığımız gibi dedim sonra. İçten, samimi, inançlı bir şekilde...  Göklerin ötesinde bir yerlerde bir çiçekle bir koyunun kardeşçe yaşadığına inanan birileri “öteki” yi aldılar gündemlerine. Daha farklı daha özel daha güzel hep dahasını isteyenler değil. Bir oyunun heyecanıyla uyuyamayanlar. Alışılmışın dışında görünenin ötesinde ötekiyi anlatacaklar.
Bir oyun belirsizliklerle değil umutlarla, olabilecek bütün sonlarla Jeanne D’arc!ın ÖTEKİ Ölümü’nü nakşedecek beyninize…

14.01.2013  00:26
Ferdi Tayfur’un da bir şarkısında dediği gibi "geçen yıl bu zamanlar" leyla ile mecnun tayfası olarak biz zaten 2014'e girmiştik ama baktım olmuyor yazayım dedim. Diğer sayfalar harıl harıl yeni yıl güzel umutlu yıl zırvalıklarına girince iki kelam edeyim dedim. Bir umut olayı değil bende yeni yıl. Sanki herkes ortak bir paydada buluşmuş da ben ayrıksı otu gibi kalakalmışım gibi geliyor. Çünkü ben yeni yıldan çok eski yılı düşünürüm hep yılbaşında. Baktığımda gördüklerimden memnun değilim bu sene. Kaybettiklerim, kazandıklarım, kazanmayı umut ettiklerim, içinde bulunduğum ruh hali; hepsini bir potada eritince çok dâhiyane inanılmaz harika bir şey keşfettim. Hiçbir şeyin düzeldiği yok. Yeni yılda olacakları söyleyeyim. Yeni insanlarla tanışabilirsiniz eskilerin kıymetini bilmediğiniz için size hayal kırıklığı olarak dönecek. Yeni bir hayata atılabilirsiniz özlediğiniz yaşama benzemediği sürece size mutsuzluktan başka bir şey getirmeyecek. Konuşmadığınız şeyler sizi kendi dehlizlerinize hapsedecek. Kısacası her şey daha boktan olacak. Ama olsun yeni yılınız kut(U)lu olsun...

31.12.2013  13:41


Şuan ne hissedeceğimi bilmiyorum. Size de oluyor belki bazen aynısından. Hani böyle bir paket sigaradan fazla içip içinizdekiler yerine midenizi öldürdüğünüz zamanlar olur ya. Boğazınızdaki düğüm de eşlik eder bünyenizdeki cenazeye. Ne diyeyim ne söyleyeyim bilmiyorum. Sabahattin Alinin Ömer’inin içindeki şeytanla Turgut’un Olric’iyle benim içimdeki tanrı aynı dili konuşuyor. Tanrıyı öldüreyim diyorum yaşadığımız günlerin hatırına kıyamıyorum...

22.12.2013  01:43

YEŞİL MANTAR

Bazı insanları kader, bazı insanları tesadüf, bazı insanları ise şanssızlık bir araya getirir. Bizi bir araya getiren şeyin ise hep kafiye olduğunu düşünmüşümdür. Burçin~ Gülçin~Seçkin… Nedeni ne olursa olsun bir araya gelmişiz ya sanki hep bir aradaymışız gibi oluyor. Bir şarkıda bir çayda bir kahvede hep birlikte yaşıyoruz. 

Bir gün üçümüz oturmuş çene çalıyorduk her zamanki gibi. Yine bir şans furyası başlatmıştım. Radyodan şarkı tutma oyunu. Sıradaki şarkı benim olsun demiştim. Ona göre ruh halime yön verecektim. Kumara bakın hele. Zaten benim atalarım dedelerim hep severmiş kumarı. Ama hep şanssızlık bulaşırmış genlere. Neticede yine reklamlar çıktı şansıma. Seçkin: “reklamlardan sonraki benim olsssuunn muuuu?” dedi. Kasvetli bir şarkı çıkınca bu olmadı diye itiraz ettim ben. Burçin’in şansına oynak bir şeyler çıktı; gülüştük.

Dertsiz tasasız çay içiyorduk çok iyi hatırlıyorum. Burçin “ya Gülo kahve içseydik, fal bakardın.” Diye hayıflanıyordu. Seçkinde “inanmayın böyle şeylere “diye söyleniyordu. Sonra benim yaptığım uyduruk tatlıdan yedik. “çok güzel olmuş.” Yalanlarına başvuruldu haliyle. Sanki yüz yıl geçse yine orada kalacak iç sıkıntılarından dert sandığımız önemsiz konulardan bahsedecek hep öyle kalacaktık yaşlanmış çocuklar olarak. Ama kalamadık. Neyin eksikliğinden kaynaklanmıştı acaba? Ayrı yerlerde bambaşka hayallerle sorguladığımda bazı şeyleri tek bir cevap çıkıyor karşıma: ”Cesaret”. Ben o senaryoyu yazmaya cesaret edemedim, Seçkin o şarkıyı bestelemeye, Burçin o şehirden çıkmaya cesaret edemedi. Birleştirdiğimiz yalnızlıklarımız birbirimizden ayrılınca çoğaldı etrafımızı kaplayan bir kara dumana dönüştü.


Geçenlerde bir rüya gördüm. Çocukluğumun geçtiği yerdeyim. Güya işten çıkmışım Burçin’le eve gidiyoruz. Burçin’de bir telaş: ”hadi çabuk ol. Seçkin bekliyor evde. Yemek de yapmadık. Görüyor musun? Seçkin’e kaldı yemek işi. Diyor. “saçmalama” diyorum. Seçkin yemek yapamaz zaten. Evi yakmadan yetişelim ama ne olur ne olmaz.” Tam evin önüne geliyoruz. Yerde devrilmiş bir ağaç. Ağacın gövdesinden yeşil yeşil kocaman mantarlar çıkmış. Burçin: ”alalım mı biraz şundan sahibi yok herhalde.” diyor. “olmaz.” Diyorum. “lisede bir hocam vardı. Emek vermediğiniz şeyin sahibi olmaya tenezzül etmeyin derdi .” diye bir de nutuk çekiyorum. ( rüyamda bile sıkıcıyım arkadaş ya)
Neyse efenim eve geliyoruz. Seçkin yemek yapma teşebbüsünde bulunmuş. Tam rüya kâbusa dönecek derken Seçkin “size sürprizim var kızlar “deyip mutfağa sürüklüyor bizi. Sürpriz ise şaşırtıcı…  Mutfaktaki tezgahın üstünde koca bir kap dolusu yeşil kocaman mantarlar. Burçin: ”kalbim temiz anacım benim “ deyip az önce çektiğim nutuğun intikamını alıyor.
Uyanıyorum hemen telefona sarılıyorum. Rüyamı anlatıyorum Burçin’le Seçkine. Burçin ”hayırdır inşallah. Çok güzel görmüşsün gülocan. Hepimiz adam olacaz desene. Diyor. Seçkinse: “ya sen gel ben hem mantarlı çorba, hem mantar sote, hem mantarlı makarna yapacam söz. Deyip güldürüyor beni.

Çok düzensiz saçma bir yazı oldu farkındayım. Nasıl bağlarım bilmiyorum ama. İşin özü şu ki rüyalar, gerçekler, hayaller hepsinin iç içe geçtiği dostluklar güzeldir.
Birisi size “Gülo sana bir tiyatro açarız, en alt kat kütüphane olur bir de benim için müzik evi. Burçin’e de kebap evi mi açsak napsak?”diye umut veriyorsa diğeri de “butik açalım bana ya…”diye o umudunuzu perçinliyorsa yaşanmışlıkların hep bir anlamı var. Tadı berbat olmasına rağmen yenilen tatlılar, dedikoduyla iyi giden çaylar, bakılan fallar bunlar hiç yok olmuyor. Anlıyorsunuz ki tuttuğunuz şarkı bir gün hayatınızın orta yerine isabet edecek ve siz umudunuzu hep taze tutan insanlarla bir gün mutlaka bir araya geleceksiniz.

Yine bir şans tutuyorum.

Ama bu sefer tek başıma…

Sıradaki yalnızlık kalabalık ama bencil insanlara, çoğulluk ve demli çaylar bir araya gelecek ışıltılı dostlara, umut ise hayal eden ve inanmaktan hiç vazgeçmeyenlere gelsin…

15.11.2013  14:41













Çok mutsuzsam; içimde ölen biri var, umutsuzsam; beni vur, özlediysem; yakarım geceleri... Hayatımın her döneminde içinde bulunduğum her durumda Yusuf Atılgan’ın tabiriyle tutamak oldu bu adamın şarkıları hep bana. Keşke ölmeseydin ama iyi ki doğmuşsun iki gözüm. Senin de dediğin gibi kalacak tüm izlerin hayatımda gözümden bir damla yaş aktığında... Ah Ahmet Kaya nice sonsuz şarkılara...

28.10.2013  01:55
Orijinal: Fuck you bitch! Altyazı: Lanet olsun sürtük! Samanyolu: Allah müstahakkını vermesin mümin kardeşim.
Bu yazıyı twitterdan aldım da aklıma geldi. Geçen gün bir yabancı film izliyordum ,Stv’de denk geldim. Eskiden izlediğim filmdi. Sonunda adamla kadın öpüşüyordu eminim yani. Takk dedi filmi bitirdiler. Öyle sonu olmayan saçma bir şekilde. Piç gibi kaldı ortada film. Yapmayın annem öpüşsünler bırakın. Savaşanları göstermekten utanmıyorsunuz ama öpüşenleri cüzzamlı sayıyorsunuz. Lan o değil de bak şimdi ne hatırladım gezi olaylarıyla ilgili dizi yapmıştı bunlar gidiyim izleyim de güleyim azıcık :))

24.10.2013 18:49
Gitmek istediğim şehirlerden çok kurmaya cesaret edemediğim hayallerim var. Belki bir cesaretle Hayal kent kurarım bütün şehirlerine giderim rüyalarımın. Küçük prensle yıldızları sayar gezegen kapmaca oynarım. Zeze’ye yardıma koşarım. Bir çay içeriz kesilmesine izin vermediğimiz şeker portakalının gölgesinde. Dedim ya her şeyi mümkün yaparım işte. Bütün kötü sonları değiştirmek benim elimde. Seni de aldırırım yanıma. Mutsuzluklar kalmasın diye sana...

08.10.2013  00:53

Oğuz Atay yaşasaydı tanışsaydım yalnızlığın felsefesini yapsaydık nasıl olurdu diye düşünürüm hep. Yaşasaydı çekingenlik suçuyla tutuklanır, içinde bulunduğu yalnızlığa yeniden mahkûm edilirdi. Tamam, sizin dediğiniz gibi ölüler hakkında konuşmayı geçelim bayım. Yaşayanları, hakkımızı arayanları, adam gibi adamları yalnız bırakmayalım bari. Belki o cümlelerin güzelliğinde bir parçayız, hikâyesi paramparça kalmasın. 

04.10.2013   21:15

...
üç noktayla başlayan cümleleri okuma!
tamamlanmayan şeyler hiç yakışmıyor sana...
23.17
Bazı şeyler hep İzmir’de baslar demiş Mert Caner. Bazı şeyler de İzmir’de bitse keşke. Kaleme alınan bir hikâye, başlayan bir hayat, hatta umut bile. Başladığım her şeyin sonunu getirmemi bekliyor İzmir hevesle...

23.09.2013  23:36
Çok yanlızım lan! cümlesindeki yanlışı ve yalnız bırakan özneyi ögelerine ayırarak dil bilgisinin anasını ağlatıp, edebiyat tanrılarının kemiklerini sızlatınız...

23.09.2013 23:11





























Sen nasıl Oğuz Atay olarak gelmediysen dünyaya
Ben nasıl bir Nilgün Marmara olamadıysam
Onun gibi talihsiz bir şey aramızdaki
Kendimizden kaçamamak gibi
Hapsolmak gibi aramızdaki suskun çaresizliğe
Birhan Keskin okumak gibi
Ruhumuzun iplerini çözmek için
Okuduğum kitapların satır araları gibi
Anlasana artık ölümü düşünürken yaşamak gibi...

19.09.2013 01:22
Bir mesaj atsan mesela bana ya da çocukluğumuzdan kalma bir çağrı. ben sevinsem içim titrese ama cevap yazmasam sen de üzülsen. Öyle böyle değil hayatının devamı hiç yazılmamış o cevaba hiç dönülmemiş o çağrıya bağlıymış gibi üzülsen ama. Sonrası yine aynı zaten… Sen kimsesizliğine dönsen ben de kimsem olman umuduyla sessizliğime… Biliyorsun ki cesaret yok bende. Umut var lanet paslanmış bir umut. Yazmadığın mektuplara cevap bekleme...

07.09.2013 01:50
Geçmiş zaman: biz senle çok iyiydik çok güzeldik.

Şimdiki zaman: hiç iyi değilim ben.

Olasılıklı cümle: şuan çok mutlu olabilirsin

Gelecek zaman: bizin içindeki ben yok oldu da senden geleceğe ne kalacak?

04.09.2013 16.39

Herkes uyusun bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya demişti ya usta. Artık öyle değil işte. Herkes uyansın farkına varsın karanlığın. Bağışlayalım birbirimizi demişti bir de. Bağışlamayalım. Kin tutalım. Affetmeyelim bu karanlığı yaratanları da bizi karanlıkta bırakanları da. Üzgünüm usta çok şey değişti sen yokken buralarda. Artık kimse uyumuyor karanlıkta...

02.09.2013 01:09


-benim yerimde olsaydın kedicik benim yerimde olmak istemezdin.
-demagoji yapma
-yapmıyorum. Sen şimdi İzmir’de olmak isterdin kedicik. Bir parkta mesela… Yıldızları görüp dilek tutmak isterdin.
-ben sadece kediyim basit yaşarım
isteklerim falan yok güdülerim dürtülerim var
-basit yaşayanlar basit ölür kedicik. hiç yaşayamayanlar da :neyse onlar zaten uyudular kedicik hadi sen de uyu. Uyumak katlanmanın kapısı, çarenin de yarısı. İyi geceler kedicik.

24.08.2013  01.33

Çok seviyorum ben seni dediğimde "biliyorum" denmez. Sen sevmeyi öğrenemedin mi noldu cankoç ya? Ali ata bak diye diye at kafalı yapmışlar seni. Temel yaşam becerileri okuma yazma hikâye. Bir sevebilseydin be canım. Öyle aman laf sokayım aman cool takılayım derken yazık ediyorsun bak. Haksızlık ediyorsun kendine. Daha farklı intihar yöntemleri var. Sevgisizlik sıkıcı be hafız… Önce bir yaşamayı dene sonra ölmeye teşebbüs edersin. Hadi yine iyisin bir hayat borçlusun bana ben de bir intihar sana…

23.08.2013  02:17


O kadar iyi biliyorum ki bazı şeyleri. O kadar eminim ki bazen bu emin olma duygusu yaşatıyor gibime geliyor beni. Şuan mutlulukla mutsuzluk arasında gidip geliyorsun mesela. Hayatında hatırı sayılır değişiklikler oluyor seviniyorsun üzülüyorsun şaşırıyorsun kendine küsüp yine kendine dönüyorsun. Her duygu değişiminde hissettiklerini bana anlatmanın ne kadar güzel olacağını düşünüyorsun. Benim vereceğim tepkiyi kuracağım cümleyi o cümlenin içindeki virgüllerin yerini bile biliyorsun. Seni de bu emin olma duygusu yalnızlaştırıyor fark etmiyorsun bile. Ama fark et! Değişim artık içimizde. Hem çok uzak hem çok yakın yerlerde. Değişen bir şey daha: bana anlatamadıkların hep bana anlatamadığın şeyler olarak büyüyecek içinde. Biriktirdiklerin hayatındaki değişimi dönüşümü sıfırlayacak rengini alacak sabahlarının. Ama sen dedim ya bana anlatamayacaksın…

20.08.2013  00:18

İbadetlerin en büyüğü mutlu olmak yazmış adam, dinsiz miyim la ben? Niye gece gece paradokslara sürüklüyorsunuz beni? Anladık mutlusunuz anladık da napalım ölelim mi yani? Ben sana mutlu olma demiyorum kendi çapında yine ol.Biz yazıyor muyuz bana kadar çay demledim siz naparsanız yapın fuççiçifuççiçi diye. Ne kadan ayıp şeyler di mi İsmail abim?


19.08.2013   02:39

14 Kasım 2016 Pazartesi

ÖLSEK YA BİRDENBİRE?

Bazı şeyleri yoluna koymak istemiyorum. Öyle dağınık belirsiz bulanık kalsın istiyorum. Bazı şeyler ise inadıma muntazam. Hep aynı sabah hep aynı gökyüzü hep aynı yalnızlık… Başımın ağrısı bile aynı. Bu aynılık öldürür mü beni acaba diye düşündüğüm de oluyor. Bana bir şey olmaz ölemiyorum ki anasını satayım dediğim de. Ölümü düşünmek afyon etkisi yaratmıyor. Ölemiyor oluşuma isyan ediyorum da tanrının bizzat kendisine isyan etme cesaretini gösteremiyorum henüz. Duyuyorum bir yerlerden. Ah canım ne de mutluydu birden işte takdir i ilahi diyorlar. Üzülüyorlar. Fark ettiniz mi hiç hep mutlu insanlar ölüyor. Ya da bu lafları dolaştıranlar mutsuz insanların ölümünü konuşmaya değer bulmuyor. Yaşamın grisi ölümün siyahından beter hale geliyor da bir kişi çıkıp da haklısın ya biz niye ölemiyoruz demiyor.

07.05.2013     22:21
YAZMAK
Belirsiz bulanık günlerdeyim yine. Kendimle konuştuğum günlerin sayısı artıyor. Dengesizlik ve mantıksızlık hali kol geziyor etrafımda. Hiç umurunda olmadığım insanları hayalimde allıyor pulluyor adam ediyorum; dostlukları hayatımda bir başyapıt gibi duranları ise alaşağı ediyorum. Bütün bunları yaparken de sadece kendime zarar veriyorum. Artık iyice delirdim, savruldum. Kendimle sonu gelmez tartışmalara giriyorum. Hatta o kadar abartıyorum ki kendimle konuşurken "Sen bilirsin. Hatta o kadar sen bilirsin ki anlatamam. “diye kendime atarlandığım zamanlar bile oluyor.
Tam aklımın iplerini salacakken kaleme sarıldım. Öyle değil mi ki yazmak tam bir mucize. Çocukken de hep şaşırırdım "yazmak “fiiline. "yazıyı kim buldu acaba?" sorusu "dünya nasıl oldu ki?" kısırdöngüsünden daha önemli bir soruydu benim için.
Okumak; hayal kurmak, başka ülkelere vizesiz seyahat etmek demekse, yazmak da bir nevi gerçeklik… Gerçekle hayal arsındaki çizgide yönümü bulmazsam kâğıtla kalem loş da olsa bir ışık saçar yoluma. Hayale değil de gerçeğe sığınırım. Her insanın gerçeği baka oysa. Bazılarının gerçeğini biz hayal bile edemeyiz. Ama yazarız. Yazdık mı gerçeğe bürünür hayaller. Yazılan edebi olsun olmasın fark etmez.
Başlı başına hayata tutunma kendini koruma sanatıdır yazmak. Yazmayan insan kurduğu hayale inanamaz. Kendi çelişkilerinin ülkesinde egosunun hükümdar olduğu yalan bir dünya yaratır kendine.
Okumak çok önemli; çok güzel… Bunu inkâr edemem. Ama yazmanın yerini tutamaz. Yazan insan samimiyetini hiçbir entelde ( dikkat edin entelektüel değil entel:)) bulamazsınız.
Yazan insan candır can. "Canım benim. Ne güzel de yazıyorum. Zaten benim atalarım dedelerim hep Dosto'ymuş." ... Yine kendimle konuşmaya başladım. ,Eveeettt; ana fikri falan da verdim. Gideyim de kendime azıcık öğüt vereyim. Bu kadar da delirilmez ki arkadaş. Hadi bakalım iyi okumalar delirmemeniz için de iyi yazmalar...

27.02.2013 13:04


Ne bileyim içimde bir boşluk öylesine. Bir dostun sesi iyi geldi çaresizliğime. Ama bazen olmuyor işte. Bazı şeyler olmuyor iyi ya da kötü anlamda bir şey olsun istiyorsun. Öyle bir şey ki yönü ucu bucağı yok. Bir renk bir ses bir nefes… Sesime yetişen düşünceler var çok şükür diyorsun. Ama bakıyorsun buharlaşıp uçuyor düşünceler, umut verenler ne biliyim işte. Sözleri toparlayabilsem belki okuyacaksın bu yazımı. Belki üstüne de alınacaksın ama nafile. Anlasana işte. Beraber kurulan hayallerin hatırına dönmüyor ki dünya. Ya da ben iki kelam ettim diye şair mi oluyorum yazar mı? Hiçbiri. Kimse oluyorum sadece mutsuzluğumun dibinde. Sana bakıyorum mutluluğun tepesinde kristal bir dünya yaratmışsın kendine. Sen işte orada öyle parlıyorsun ya hep ondan. Dikkatim dağılıyor, konsantre olamıyorum. Ne bu yazıyı bitirebiliyorum ne mutlu olabiliyorum.

05.01.2013  01:21

FLAŞ FLAŞ FLAŞ. MEB şeker portakalı kitabındaki Zeze'yle Küçük Prensin aynı örgüte üye olduklarını tespit etti. İddialara göre ikisi de çocukları gerçek dünyadan alıp umut dolu bir deryaya götürmüş. İkisinin de müebbet hapse çarptırılması bekleniyor. Zeze hemen tutuklanırken, Küçük Prens hala gezegen gezegen gezen sivil polisler tarafından aranıyor. Küçük Prens'e inananlar tehlikede. Dikkatli olun canlar:))

03.01.2013

Sıradan bir gün hayatınızı mahvedebilir. Günün sıradan olmasının, hayatınızın ya da mahva sebep olan durumun önemi yok. Haftalarca, aylarca hatta yıllarca çalışıp çabalarsınız. Bu çabanın önemi yok.
Belirtmek isterim ki bu yazının mahvolan hayatlarla, çalışıp didinmelerle, o şişinerek anlattığınız emeğinizin artığı harcanan hayatınızla hiç alakası yok. Yazar ya da şair değilim. Baştan belirteyim.
Yazının konusu: ö  n  e  m  i       y  o  k ...
Ne kadar kullandığımız bir cümle. Önemi yok, önemli değil...
Neyin önemi olmaz insanın hayatında? Bir çift gözün mü; ok gibi saplanan lacivert bakışların mı? "lacivert bakış, mor göz olur mu?" diyecek bazıları. Buraya takılacak. Anlasanıza önemi yok ki bunun. Bana göre onun gözleri lacivert sana göre turuncu bile olabilir.
Kalkarsın aman iki çift laf edelim konuştuklarımız da hayalet gibi sırıtmasın başımızda diye çok sıradan hareketlerle çay demlersin. Öyle ki o çay kurtaracak havadaki bezginliği; tutacak ellerinden umutsuzluğu, kimsenin olmadığı bir çöle götürecek. Baş başa kalacaksınız. Sen, o ve (her şey normal mesajı veren) çay. Gecenin sessizliğini yırtıp geçen sesin kimden geldiğinin önemi yok...
-iyi olduğuna emin misin?
-iyiyim.
-seni kırdım, üzdüm gibi geldi bana.
-önemi yok...
Eveeeeett; piyesimiz bu kadar. Önemi yok. Fark etmiyor musunuz? Önemi yok dediğimiz şeyler bizim önemli yalnızlığımızı oluşturuyor. Farkında değilsiniz tabi. O zaman öyle devam etsin her şey.
Tam heyecanla bir şey anlatmaya çalışırken lafı boğazımıza tıkayan insanın önemi yok. Karanlıktan korkmanın, ölümü düşünmenin, içimize çöreklenen yalnızlığın, bizi anlayan anlamayan düşünen yaşayan insanların önemi yok. Çaya kaç şeker attığımızın, en sevdiğimiz rengin, en büyük hayalimizin ne olduğunun, umutlarımızın, umut etmekten bile korktuklarımızın önemi yok.
Kalbimizin ortasındaki koca boşluk kara deliğe dönüşürken hiçbir şeyin önemi yok. Bu yazıyı kim, nerede hangi düş kırıklıklarıyla yazdı onun hele hiç önemi yok...

30.12.2012  20:34
Umudumu nereye koyduğumu unuttum dedi. “Unutmıcam” diye söz vermiştim hâlbuki. Bugün buldum onu çok tozlanmıştı hiç hali kalmamıştı. Bana ışık vermekten çok uzaktı. Şunu bi aklayayım paklayayım dedim annemden kalma bir titizlik hastalık karışımı (his desem değil takıntı desem belki her neyse) davranış bozukluğuyla ...(diyeyim) eesi sonrası yok. Umudu yıkamamak gerekiyormuş. Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Eski pis lanet de olsa. Eski dostlar eskimiş hayaller ve küf kokan umutlar. İyidir bunlar candır. Leyla ile Mecnun izlerken aklımızın köşesinde gezintiye çıkan sorular var ya onlar gibi. Buruk bir mutluluk gibi. Didaktik olmak istiyorum son satırlarda. Kıssadan hisse neeemiişş? Bir şeyi olduğu gibi bırakın her şeyi temizleyemezsiniz hele ki paslanmış umutları. Temizlemeye kalkarsanız hayalleriniz de çürümeye başlar inancınız da çamura batar efenim. Kötü bir şey de olsa umut; umuttur...

10.12.2012  20:10

DOKUNUŞUN MUCİZESİ
Radyonun sesiyle uyandım yine. Birçok insanın aksine ne telefon alarmı ne bir çalar saat. Güne bir şarkıyla başlamanın güzelliğinden vazgeçemiyordum onca teknolojiye rağmen. Son zamanlarda bu güzellik anlamını yitirmeye başlamış olsa bile.
Otomatik hareketlerle kalkıp radyoyu kapattım. Kasvetliydi hava. Geceden beri hiç durmamıştı yağmur. Hayatımın karanlık hüznü yetmiyormuş gibi daha da bunaltıyordu bu yağmur içimi. Bu düşüncelerden, düşünmeyi düşünmekten yorulmuştum. Kalkıp bir çay koydum ocağa. Pencerenin önündeki koltuğa oturdum. “güzel şeyler düşünsene ”dedim. “herhangi bir şey ama mavi, umutlu bir şeyler” oysa 6 yıl öncesine kadar ne kadar mutluydum. Tam bir cahil mutluluğu… Halbuki aynı ev, aynı iş, aynı çevre. Şu dışarı baktığım pencere bile aynıydı. İlk taşındığımda o kadar uğraşmama rağmen kurtulamadığım boya lekesi bile aynıydı. Değişen neydi? Tek bir cevap vardı: ben. Değişen bendim. Tuhaf yanı bu değişime ne sevinebiliyor ne de üzülebiliyordum. 6 yıl öncesine gidecek olursak…
Çok heyecanlandığım bir film projesi üzerinde çalışıyordum. Her zamankinden farklı olarak sadece senaryosunu yazmakla kalmayacak; aynı zamanda filmin yönetmenliğini de yapacaktım. Yine bugünkü gibi yağmurlu bir günde setten dönerken bir anlık dalgınlık felaketim oldu. 5-6 yaşlarında bir çocuğa çarptım. Hemen indim arabadan. Kimse yoktu çocuğun yanında; öylece geçiyordu yoldan tek başına. Hemen hastaneye yetiştirdim çocuğu. Çarpmanın etkisiyle bayılmıştı. Doktorlar birkaç kırık dışında bir şeyinin olmadığını söylediler. Ama her ihtimale karşı bir gece kalacaktı hastanede. “annesi misiniz?” dediler. Üstü başı perişan, baygın halde yatan çocuğa baktım. Kimsesi yoktu herhâlde. Sokakta mendil satan çocuklardan biri olabilirdi. İçimde uyanan şey “şefkat, acıma ya da sevgi” değildi. “korkuydu”. O kadar uğraşıp didinip hayalimdeki filmi tamamlayacakken böyle bir olayla gündeme gelemezdim. İçimdeki korkunç, bencil canavarın dudaklarından derinlerde, çok derinlerde bir yerleri kanatan sözcükler döküldü:” evet, annesiyim.” Doktorlar inanmaz gözlerle baktılar ama pek de umursamadılar.
Çocuğun başında bekledim gece boyu. Sabaha karşı uyandı. Gözlerini kırpıştırarak bana baktı. Koyu maviydi gözleri. Gülümsedi acısına rağmen. Sağ yanağındaki gamze iyice belirdi. İçim acıdı haline. “gülme. Kime gülüyorsun. Karşında tam bir canavar var. Hayatını iş, ev, para, mal, mülk çerçevesinde yaşayan bencil bir yaratık var yanı başında. Gülme.” Demek istedim. Ama diyemedim. Tam uzanıp onu doğrultacakken birden gözleri seğirmeye, nefes alışverişleri hızlanmaya başladı. Bağlı olduğu makinelerden tuhaf sesler geliyordu. Doktorlar odaya doluştular. Bir şeyler yapıyorlardı ama ben idrak edemiyordum. Çocuğun gözleri benim üzerimde, gülümsemesi hala yüzündeydi. Farkında olmadan elinden tutmuştum.
Çocuk son kez başını yastıktan kaldırarak bana doğru döndü. Bir şey söylemeye çalışıyordu. Eğildim. “bırakın” dedim.” Bir şey diyecek.” Kulağıma tiz sesiyle söylediği şey son sözleri oldu. Yıllardır rüyama giren ses. “anne” dedi bana. Son sözü bu oldu.
Tanımadığı, ölümüne sebep olan yabancı bir kadın sırf elini tuttuğu için o kısacık ömründe gördüğü tek merhamet bu olduğu için beni o sıfata layık görmüştü. Sonrası inanın umurumda olmadı. Taksirli suç sayıldığı için fazla hüküm giymedim. Birkaç ay cezaevinde yatıp çıktım. Çocuğa sahip çıkan olmadı. Parıldayan gözleriyle ışıltılı bir umut saçan bir çocuk… “garipler mezarlığına” defnetmişler. Cezaevinden çıktıktan sonra ilk yaptığım iş mezarını ziyaret etmek oldu.
O küçük mezarın başında değiştim. Yıllardır katılaşan kalbim; eriyip bütün vücuduma dağıldı sanki. Hiç tanımadığım bilmediğim bir çocuk için saatlerce ağladım. Sadece vicdan azabı değildi bu. O çocuğun nezdinde yalnız bıraktığımız bütün çocuklara, tek bir dokunuşa muhtaç bıraktığımız o güzel çocuklara ağladım, suçladım kendimi. Nasıl bir dünya yaratmıştık kendimize? Nasıl mutlu olabilmiştik eksikliklerimizle?
İşte yine yağmurlu bir günde içimi döktüm size. Çayı demlerken pişmanlıklarımı, gözyaşlarımı emanet ettim hepinize. Beni uyutmayan gerçekler sizi de uyutmasın istedim. Kalkın bakın etrafınıza. Mendil satan, ışıklarda cam silen, köprü altlarında soğuktan titreyen çocuklar. Hepimizin çocukları onlar. Yalınayak gezdikleri sokaklarda bıraktıkları izler size ait. Görün onları, duyun. İnanın bir bakışınız yetecek size gülümsemesine, bir dokunuş “anne” olma güzelliğini bahşedecek size.

06.12.2012    11:34

BİR ŞİZOFRENİN İNTİHARI
Hangi kâbusla uyandım bugün bilmiyorum. Kalktım yerden. Yatağa gidecek gücü bulamamış bi şizofren! Bir sigara yaktım. Sigara yandıkça düşündüm. Sigaranın tükenişinden kendi tükenişime kadar her şeyi. Ne tüketmişti beni böyle? İnsanlar mı, yaptıkları şeyler mi yoksa hayal kırıklıkları mı? Birden aynı filmlerdeki gibi kafamda bir şimşek çaktı!
Hiçbiri dedi kafamda müthiş bir yankı. Yine gelmişti dayanılmaz bir sancıyla. Kabullendim dinledim onu.
- "seni tüketen yaşama sevincindi.O kadar açgözlü geldin ki bu dünyaya...Her şeyi yaşayayım, her yeri göreyim, herkes olayım istedin. Ama sen de biliyorsun ki hiç bi bok olamadın. Herkesi hedeflerken hiç kimse oldun. "
-"Bu doğru değil. Hiç kimse oldum belki evet. Ama düşünsene kendi çabamla oldum. Doğuştan bir hiç değildim. Kendi kendimi hiçleştirdim. Ne kadar büyük bir başarı görmüyor musun?"
Konuşmam kar etmedi. Susmaya niyeti yoktu belli. Karşıma geçmiş bana ahkâm kesiyor. Kendisinin benim sadece bir parçam olduğunun farkında değil mi acaba? Bu karamsarlığı benim içimdeki dehlizdeki karanlıkta kalmış umutlardan aldığını, onu oluşturan şeyin benim beynim olduğunu bilmiyor mu acaba?
Gülümsüyorum ukala ve karanlık yanıma. Kalkıp bir çay koyuyorum. Ruhumun parçalarıyla baş başa içeriz diye düşünüyorum.
Kim demiş yalnız olduğumu. Kaç kişi oluyorum hiçliğimde bir bilseler...
Karşımda karamsar yanım içimde cevaplanmamış sorularımla dünyaya yetecek bir İSYANIM BEN ASLINDA.
Masanın üstünde bir kutu ilaç… Sanki göz kırpıyor bana. İtiraf edeyim ki ölüm hayattan daha cezbedici.
Neden intihar eder insanlar? Hiç düşündünüz mü? Tek bir yanıtı var bu sorunun. " dengeyi kuramazlar" .umutsuzluk mutsuzluk hikâye. Doğduğu günden beri göğsünün içini bir mengene gibi sıkan teraziyi bozar hayatları. Terazinin bir tarafında hayatın canlılığı, rengi, kesinliği... Diğer tarafında ise ölümün karanlığı, belirsizliği ve çekiciliği...
Nerden bilebilir ki? Sadece bir insan o sonuçta. Hadi söyleyin emin misiniz hayatın daha iyi olduğuna seçmeye değer olanın bu olduğuna... Dedim ya terazi bir kere bozuldu mu ölümün çekiciliğinden kurtulamazsınız. Bilmiyorsunuz çünkü ne olacak? Cennet mi cehennem mi yoksa sonsuz bir boşluk mu sadece bir hiçliğe yürümek mi? emin olan var mı aranızda? Nedir bu ölümün sonu? Hayat öyle mi ama... Her şeyden neredeyse eminiz. doğ, büyü, sev, sevil - ki insan sevildiğinden hiçbir zaman emin olamaz ama yanılsama olarak bunu yaşar- bir şekilde de öl ! Ne için yaşadığını bilmeden.
Bu açıdan düşünmemiştim aslında hiç. Tanrıya değil insanın yaşamış olduğu bütün bir hayata isyandır intihar.
Son sigaramı içiyorum ve içimdeki bütün yankılar hep bir ağızdan isyanın sonunu getirmem için beni boğuyorlar. En son gördüğüm yüz yine kendi yüzüm. Bana doğru uzanıyor. Bir kutu ilacı avucuma bırakıyor. " yeter artık" diyor. " dünyaya geldin diye yaşamak zorunda değilsin. Bu dayatmalara boyun eğme artık. "
Başından beri sinsi sinsi konuşmasa da izliyor olduğunu anladığım karamsar göçebe ele geçiriyor o ana beni anlıyorum. Ve sadece boyun eğiyorum. Hayatı dolu dolu yaşamayı seven yanımı arıyorum, bulamıyorum. O ana anlıyorum ki diğerleri çoktan öldürmüş onu.
Sırf onun intikamını almak için ben de diğer yanlarımı, içimin bütün isyankâr yankılarını öldürüyorum...

 05.08.2012   17:35

Bugünden itibaren yazlıklarla birlikte kaldırdığımız umutlarımız hayallerimiz güzel günlere olan inancımız geri gelsin. 2012ye yapılan haksızlığı da göz ardı etmeyin. Hiç mi gülmediniz 2012de. Hadi gülmeyi geçtim azcık tebessüm olmuştur. Gözünüzün içine bakan bir dostla bir çay içmişliğiniz olmuştur en azından. Ya da ne biliyim işte. Bir güncük olsun çok şükür demişsinizdir. Yeni yıl falan bahane yani. Yılların dökümü değil umutların ömrü önemli. Umutların ölmediği güzel günlerin turuncusunun uzaktan da olsa göründüğü bir yıl olsun hepimize. Süpaneke dinimiz amin:))

31.01.2012  14:38